Bozkurtların Ölümü
Gökte ay bu donanma
gecesinin parlaklığını bile geride bırakacak kadar olgun ışıldıyor, ortalığı gün
ortasında olduğu gibi apaydın seçilecek bir hale getiriyordu. Ana caddeye açılan
dar sokaklardan birisi üzerinde bulunan bu öğrenci pansiyonu tatil yüzünden çok
tenha idi. Sokağa bakan seddin üzerindeki tahta sıralarda altı yedi genç ciddi
yüzlerle oturuyor, herkesin gülüp eğlendiği, hiç değilse aile ocağında bulunduğu
bu mutlu anda uzak yurt köşelerindeki evlerinde bulunmamanın verdiği keder,
dalgın bakışlardan okunuyordu. Yemekten yeni dönmüşler, gelişi güzel sıralara
ilişmişlerdi. İçlerinden bir tanesi güzel yüzlü, kumral, ince bir kızdı. Yumuşak
ve sessiz duruşunda bir şiir ahengi sezilmesine rağmen fen talebesiydi. Belki de
bu sebeple çok az konuşuyor, zaten tükenmiş gibi duran konuşmayı canlandırmaya
teşebbüs etmiyordu.
Hepsinden biraz ayrı
oturan uzunca boylu, oldukça iri bir
genç arkadaşlarından bir şey, biraz canlılık,
biraz konuşma bekler gibi bir müddet sessiz oturup da onların konuşmadıklarını
görünce ceketinin cebinde ikiye katlanmış ve elde taşınmaktan yıpranmış bir
kitap çıkararak tâ gözlerinin içine kadar sokup okumağa başladı. Bu hareketi, o
andaki durumla o kadar yakışıksız düşmüştü ki gençler istemeksizin gülüştüler.
İçlerinden en ufak tefek görünen ve sesi de bir tuhaf çıkanı bağırdı.
-
İşte
tam bir edebiyatçıya yaraşan poz! Yahu! Şu güzel tabiatı seyretmek, hiç değilse
seyreder görünmek dururken insan gözlerini ziyan etmek pahasına kitap mı okur?...
(Metin, Nihal ATSIZ'ın "Bozkurtların
Ölümü" adlı kitabının giriş bölümünden alınmıştır.)
|